İslam düşüncesinde siyaset teorileri ve ahlaki söylem

Özgür-Der Bingöl Şubesinin gerçekleştirdiği 2024-25 dönemi aylık seminerler dizisinin ikincisinde, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdunnasır Süt’ün sunumuyla “İslam Düşüncesinde Siyaset Teorileri ve Ahlaki Söylem” konulu seminer gerçekleştirildi.

Program; sunumunu Erhan Ozan’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Özgür-Der Bingöl Şubesi Konferans Salonunda başlayan seminer programında Abdunnasır Süt “İslam Düşüncesinde Siyaset ve Ahlaki Söylem” konu başlıklı sunumunu gerçekleştirdi.

Abdunnasır Süt sözlerine başlarken bazı tanımlamaları yaparak konuya giriş yaptı; “İslam düşüncesinde siyaset teorileri, İslam düşünce geleneği içinde siyasi otorite, yönetim biçimleri, adaletin tesisi ve toplum düzeni gibi idari, hukuki ve siyasi konulara dair yaklaşımları kapsar. Bu bağlamda her şey oldukça açıktır; ancak tarihe daha derinlemesine indiğimizde, durum karmaşık bir hal almaya başlar. Örneğin, İslam tarihinde yöneticilik ve liderlik kavramları “halife” veya “imam” terimleriyle ifade edilmiştir. Halife, İslam toplumunda hem dini hem de siyasi bir otorite olarak kabul edilmiştir. Bu kavram tarih boyunca farklı şekillerde uygulanmış, hatta halife seçimi konusunda bile Sünni ve Şii görüşler arasında belirgin farklılıklar ortaya çıkmıştır. Sünni İslam’da, yöneticinin seçimle başa gelmesi meşru kabul edilirken, Şii İslam’da ise imamların Peygamber soyundan gelmesi gerektiği savunulmuştur.”

abdundasirsut2.jpg

Süt, daha sonra ise İbn-i Haldun’un İslam düşüncesinde Siyasi Teorileri hakkında bilgiler vererek diğer filozoflara da değindi; “İbn Haldun, tarih felsefesiyle devletlerin yükseliş ve çöküş döngülerini açıklamıştır. Ona göre, devletler doğal bir döngüye tabidir ve bu döngüde toplumsal değişim kaçınılmazdır. Filozof Farabi, “Erdemli Şehir” kavramıyla ideal bir yönetim modeli tanımlamıştır. Platon’un “Filozof Kral” anlayışını İslam düşüncesine uyarlayan Farabi, devletin başında bilge bir liderin bulunması gerektiğini savunur. Bu lider hem dini hem de dünyevi bilgiyi en üst seviyede temsil etmelidir. İslam dünyasında siyasi teoriler, genellikle İslam hukukuyla iç içe geçmiştir. Meşruiyet, Allah’ın emirlerine uygun davranmak ve halkın rızasını kazanmak üzerine kuruludur. Liderlerin adil ve ehil olması gerektiği vurgulanırken, halkın biat etmesi de yöneticinin meşruiyetini sağlar. İslam düşüncesinde siyaset teorileri, tarih boyunca çeşitli eleştirilerle karşılaşmıştır. Halifelerin seçim süreçleri ve otoriter yönetim biçimleri tartışmalara yol açmıştır. Geniş katılımlı temsiliyetin sağlanamaması da önemli bir eleştiri konusu olarak öne çıkmıştır.” dedi.

Süt, “İslam’ın açık ve net bir siyaset veya iktisat teorisi yoktur.” diyerek başladığı sözlerini devam ettirirken şunları ekledi; “Teoriler zamanla geçerliliğini yitirebilir ve yanlışlanabilir. Ancak İslam, hakikati temsil ettiği için evrenseldir ve yanlışlanamaz. Bu nedenle, İslam siyaset, ekonomi gibi konularda ayrıntılı bir sistem önermez; bunun yerine, bu alanlarda bazı temel ilkeler sunar ve Müslümanlar için belirli sınırlar çizer. Müslümanlar bu sınırları aşamaz. Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra yerine geçecek kişiyi belirlememiş olması veya belirli bir yöntem sunmamış olması, bunun somut bir örneğidir. Hulafa-i Raşidin döneminde halifelerin seçilme yöntemlerinin farklılık göstermesi de bu esnekliği ortaya koyar. Dolayısıyla, İslam; yönetim, ekonomi gibi alanlarda tek tip bir model öngörmekten ziyade Müslümanların her dönemde yenilikçi, üretken bir zihin yapısına sahip olmalarını teşvik eder. Müslümanlar içtihat yoluyla değişen şartlara uyum sağlayabilir ve sorunlarına çözüm bulabilirler.

abdundasirsut3.jpg

İslam, temel prensiplerinde değişmez bir yapı sergilerken, Müslümanları her dönemin şartlarına uygun çözümler geliştirmeye teşvik eder. Bu esneklik, İslam’ın evrenselliğini ve zamana bağlı olmadığını gösterir. Müslüman toplumlar, temel ilkeleri koruyarak kendi şartlarına en uygun yönetim biçimlerini, ekonomik düzenlemeleri ve toplumsal yapıları geliştirmekle yükümlüdür. Hz. Peygamber’in (sav) belirli bir yönetim şekli veya ekonomik model sunmaması, Müslümanların sürekli olarak zihinsel canlılıklarını korumalarını zorunlu kılar. İçtihat kapısı açık olduğu sürece, İslam’ın temel prensipleri rehberliğinde her dönemin ihtiyaçlarına uygun çözümler geliştirilebilir. Bu yaklaşım, İslam toplumlarının karşılaştıkları sorunlarda durağan bir bakış açısına saplanmalarını engeller ve onları yeniliğe, düşünsel üretkenliğe yönlendirir.

İslam, temel prensiplerinde değişmez bir yapı sergilerken, Müslümanları her dönemin şartlarına uygun çözümler geliştirmeye teşvik eder. Bu esneklik, İslam’ın evrenselliğini ve zamana bağlı olmadığını gösterir. Müslüman toplumlar, temel ilkeleri koruyarak kendi şartlarına en uygun yönetim biçimlerini, ekonomik düzenlemeleri ve toplumsal yapıları geliştirmekle yükümlüdür. Hz. Peygamber’in (sav) belirli bir yönetim şekli veya ekonomik model sunmaması, Müslümanların sürekli olarak zihinsel canlılıklarını korumalarını zorunlu kılar. İçtihat kapısı açık olduğu sürece, İslam’ın temel prensipleri rehberliğinde her dönemin ihtiyaçlarına uygun çözümler geliştirilebilir. Bu yaklaşım, İslam toplumlarının karşılaştıkları sorunlarda durağan bir bakış açısına saplanmalarını engeller ve onları yeniliğe, düşünsel üretkenliğe yönlendirir. İslam dünyasının bugün bu halde olmasının en önemli sebeplerinden bir tanesinin düşünce üretememesi olmuştur. Çünkü düşünce donuklaşınca gerileme kaçınılmaz olur. İslam; siyaset, ekonomi veya yönetim gibi konularda sabit bir sistem önermez, ancak evrensel ahlaki ve toplumsal ilkeler sunar. Bu ilkeler doğrultusunda, Müslümanlar her dönemin gerekliliklerine uygun çözümler geliştirme sorumluluğuna sahiptir. İslam’ın bu esnek yapısı, Müslümanların kendilerini her alanda geliştirmelerine ve değişen dünya koşullarına ayak uydurabilecek bilgi, birikim ve bakış açısına sahip olmalarına olanak tanır.”

abdundasirsut4.jpg

Süt, Şura ve Adalet arasındaki temel ilişkinin nasıl olması gerektiği sorusu içinse şunları söyledi: “Hepimizin bildiği gibi Şura suresinde geçen ayetlerde, yönetimde istişare ilkesine vurgu yapılır. Bu İslami siyaset düşünce anlayışının ana ilkesidir, kolektif bir karar alma mekanizmasının önemini bize öğretirken onu bizler için mahiyeti büyük bir konu yapar ve öne çıkarır. Yani aslında Şura, yöneticinin toplulukla veya toplumun ileri gelenleriyle istişare etmesini sağlarken öte yandan da meşruiyeti güçlendirir. Ayrıca, İslam düşüncesinde siyaset teorilerinin temel amacı olarak adaletin sağlanmasını da gerektirir, işte tam bu noktada (şura) da ki temel yapının yönetimi ile toplumda eşitlik ve adaletin tesisini hedefleyecek şekilde çalışmasıyla, adalet ile arasındaki ilişkiyi meydana çıkarır.” dedi.

Süt son olarak Hilafet Tartışmaları, Eleştiriler ve Klasik İslami düşünce Siyaset Teorilerinin Rolü hakkında şunları dile getirdi, “Hilafet, tarih boyunca birçok farklı bakış açısına ve eleştiriye maruz kalmıştır. İslam dünyasında bu yönetim modeline yönelik eleştiriler, geçmiş ve günümüz bağlamında çeşitli konuları kapsamaktadır. Mesela en fazla göze çarpan eleştiriler şunlar olmuştur; Dini Siyasete Alet Etme yani hilafetin dini bir otorite olarak algılanması, dinin siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmasına yol açmıştır. Bu durum, dinin suistimal edilmesine dair endişeleri her geçen gün daha da artırmaktadır. Aynı zamanda hilafet sisteminde, toplumdaki farklı grupların ve kültürel çeşitliliğin yeterince temsil edilmediği sıkça dile getirilen bir eleştiridir. Öte yandan hilafetin tarih boyunca iç çatışmalar, iktidar mücadeleleri ve savaşlarla dolu olması, bu yönetim biçiminin etkinliği ve sürdürülebilirliği hakkında soru işaretleri yaratmaktadır. Ve hilafet sürecinde kadınların rolü ve siyasi katılımı, özellikle modern dönemde tartışma konusu olmuştur. Değişen Toplumsal Dinamiklerin getirmiş olduğu furya, çağdaş dünyanın değişen toplumsal yapıları, hilafetin modern toplumlarda nasıl bir yere sahip olabileceği üzerine yeni tartışmaları gündeme getirmiştir. Bu eleştiriler, hilafetin tarihsel ve çağdaş bağlamlarda nasıl algılandığını ve İslam dünyasında yönetim biçimleri üzerindeki tartışmaları tetiklemeye devam etmiştir ve etmeye de devam edecektir.”

“İslam düşünce geleneği içerisinde klasik siyasi teoriler ise iktidar ile muhalefet ilişkisini ve yönetim anlayışlarını farklı şekillerde yorumlamıştır. Örneğin, hariciler hilafeti ümmete ait bir mesele olarak görürler ve toplumsal yönetimi bu çerçevede ele alırlar. Fakat Şia İmamların tayininde nas ve doğrudan belirleme esas alınır. Peygamber soyundan gelen imamların yönetimi gerektiği savunulur. Durum Mutezile de ise farklıdır. İmameti toplumsal bir olgu olarak ele alır. Devlet otoritesini adil bir yönetici ile halkın biatına dayalı olarak değerlendirir. Eş’arilik ve Maturidilik de ise Eş’arilik, devlet otoritesinin Allahtan geldiğini savunurken, halifelerin seçimi Allah’ın iradesine bağlanır. Maturidilik ise akıl ve rasyonellik üzerine odaklanır. Şii İmamet Teorisinde de Şiilik, imamların Allah tarafından belirlendiği ve masum olmaları gerektiği inancına dayanır. İmamlar hem dini hem siyasi lider olarak kabul edilir. Bu klasik teoriler ile İslam düşüncesinde yönetim ve otorite konularının nasıl algılandığı ve uygulandığı ortaya konmaktadır.” dedi ve sözlerini nihayete erdirdi.

Program katılımcıların katılımı ve sorularıyla sona erdi.

Haber ve Fotoğraf: Nurullah HEKİMOĞLU

Başa dön tuşu