İbadetin Kutsanması

Rasthaber – İbadetin
İslamî marifetler literatüründe geniş bir mefhumu ve kullanımı vardır. Allah’a
itaat düşüncesinden kaynaklanmayan bütün taatler ister nefs-i emmâreye itaat
olsun, ister başkasına itaat olsun şirk olarak kabul edilmektedir. Tabiîdir ki,
şirkin bu türü, şirkin en zayıf mertebelerindendir ve kişiyi İslam dairesinin
dışına çıkarmamaktadır. Ancak ibadetin inşası ve ubûdiyetin izharı kastıyla
yerine getirilen
amellerin ayrı bir konumu vardır. Yani rükû, secde, O’na yakınlaşmak gayesiyle
kurban sunumu gibi karşıdakini takdis etmek ve O’na ubûdiyet izharında
bulunmaktan başka anlamı bulunmayan amellerin bütünü sadece Allah
için yerine getirilebilir. Yani Resûl (s.a.a.), Ehl-i Beyt İmamları ve melekler
de dahil olmak üzere hiçbir kimse için icra edilemez.
Bireyin
İlahî Zât-ı Akdes dışında başkaları için yerine getirdiği bu ameller şirktir.
İster tevhid akidesiyle birlikte olsun –yani tevhid-i zât, tevhid-i sıfat ve
tevhid-i hâlikıyet- ister tevhid akidesini barındırmasın fark etmemektedir. Bu
konunun biraz daha açıklanmaya ihtiyacı vardır. Bir şeye önem verme ve huzu’
gösterme ibadet değildir. Ama bu huzu’/saygı takdis boyasını aldığı zaman artık
ibadet kategorisine girmiş olur.
Bunu
şöyle açıklayabiliriz: İnsanın benliğini hakir görmek ve zâtını sosyal
konumundan daha düşük göstermeye dayanıyorsa bu davranış tevazu kategorisine
girer. Ancak bu boyun eğiş karşıdakini tekrim etmeye dönüşürse bu ta’zimdir. Tevazu
da tazim de ibadetten sayılmaz. Tevazu ile ta’zim arasındaki fark
şudur: İlki zâtını küçük görmekten ibaret iken, ta’zim ise karşı tarafa izzet
ve keramet izharıdır.
İnsanın
takdis ve bütün eksikliklerden tenzih anlamına gelecek şekilde bir şeyin
huzurunda saygı göstermesi ibadettir ve bu davranışları Allah Teâlâ dışında
başka bir kimseye göstermesi caiz değildir. Çünkü bütün kusurlardan münezzeh ve
ibadet edilmeye layık yegâne varlık, zikri yüce olan Allah Teâlâ’dır.
Tesbih
ve takdis iki kısma ayrılır: Lâfzî ve amelî. Lâfzî tesbih, insanın Rabbini
lâfzî cümlelerle takdis etmesi anlamına gelmektedir. Subhanallah ve hamdın
bütün türlerini Allah Teâlâ’ya özgü kılan ‘el-Hamdü lillah’ cümleleri bu
türdendir. Bütün nimetleri, hayırları, bereketleri ve sözcükleri varlık
sahasına getiren Mûcid-i Hakikî O’dur. Allah Teâlâ’nın düşünceye gelen her
şeyden büyük ve bütün niteliklerden daha
yüce olduğunu ifade eden ‘Allahu Ekber’ cümlesi de bu türdendir. Bu kelimeler
ancak Allah için caiz olabilir, melek ve nebilere varıncaya kadar O’nun dışında
hiçbir şey için caiz değildir. ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ ibaresi de
bu türdendir.
Amelî
takdise gelince ise insanın kendisi için amel ettiği varlığa, mukaddeslik
tabiatının kendisinden anlaşılan bir davranış sergilemesidir. Örneğin; rükû,
secde ve kurban sunmak gibi. Lafızların açıklığı gibi bir açıklığın amelde
bulunmayışı tabiî
şeylerdendir. Bu amellerle bazen ta’zim murat edilir. Bu durumda söz konusu
davranış ibadet kategorisine girmediği gibi, amelin kendisi de mukaddes bir
amel olarak kabul edilmez. Yani salt sıradan bir amel olarak kabul edilir. Ancak
bir putun ya da bir ateşin karşısında bu eylemler gerçekleştirilecek olursa
mukaddes bir boya kazanmış olur. Çünkü söz konusu eylem bir varlığı takdis
etmek amacıyla yerine getirilmiştir.
İnsan,
doğası gereği takdise eğilimli olarak yaratılmıştır. Yani eksikliklerden
münezzeh ve kemal niteliklerine sahip bir şahsın huzurunda durmaya meyyal bir
yapıda yaratılmıştır. Takdis ve mutlak kemal karşısında övgü dürtüsü, fıtrî
duygulardan kaynaklanmaktadır. Bu fıtrat, insanı takdis ameliyesini sürekli
yerine getirmeye itmektedir. Bu şuur, ister kasıtlı olarak yerine getirsin
ister kasıtsız olarak yerine getirsin şuurlu veya şuursuz bir şekilde takdis
ettiği şeyin bağımsızlığına inancın bir türüdür. Uygulamada hatalı olsa da…
Diğer bir ifadeyle ibadet ve kutsama içsel dürtüden kaynaklanmaktadır. İnsanın
zâhirî şuur merhalesinde mâbudun ehliyetine, zâtî ve fiilî bağımsızlığının ve
kusurlardan münezzeh
oluşuna hakkıyla inanmış olmasının zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerçi
bu, takdisin anlamıdır. Takdis ile tevazu, takdis ile sıradan ta’zim veya
takdis ile bir şeye önem verip onu kıble makamına getirmek arasındaki fark
budur. Zerdüştlerin yaptığı şey, ateşin karşısında durup onu takdis etmektir.
Salt bir tevazu veya sıradan bir ta’zim ya da bir kıble ediniş değildir.
Salt
takdis veya tenzih bir amelin ibadet kategorisine girmesi için yeterlidir.
Onların bu davranışı sergilerken ister mutlak rubûbiyet makamına açık bir
şekilde inansınlar, ister inanmasınlar herhangi bir fark söz konusu değildir. 1
——————————————–
1 Mutahharî, İslam
ve İran’ın Karşılıklı Hizmetleri, s. 250.