Filistin ABD’nin Anlaşma İhlallerinin En Büyük Kurbanı

Rasthaber –  ABD, son on yıllarda Camp David’den Oslo’ya ve Yüzyılın
Anlaşması’na kadar Filistin’e yönelik taahhütlerini defalarca ihlal ederek
Filistin’i çelişkili politikalarının ve Siyonist rejimin süregelen işgallerinin
kurbanı haline getirdi.

Donald Trump’ın ABD başkanlığına gelmesinden bu yana geçen
birkaç hafta içinde, Tahran-Washington müzakerelerine ilişkin söylentiler
giderek yoğunlaşıyor. Daha önce tün karşı çıkmalara rağmen dolaylı olarak
başlatılan müzakereler, “Kapsamlı Ortak Eylem Anlaşması” (OKEP) ile
sonuçlandı.

Ancak Trump, başkanlığının ilk döneminde, İran’ın yapıcı iş
birliğine rağmen anlaşmadan tek taraflı olarak çekilerek “azami
baskı” çerçevesinde İran’a karşı en ağır yaptırımları uyguladı.

İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei bu
gelişmeler nedeniyle geçen hafta yaptığı bir açıklamada “ABD ile müzakere
hiçbir sorunu çözemez. Bunun nedeni tecrübe. Böyle bir hükümetle müzakere
yapılmamalı. Müzakere akıllıca ve mantıklı değil, onurluca değil” dedi.

Nükleer Anlaşma’nın yanı sıra, ABD’nin dünyadaki diğer
ülkelerle yaptığı taahhüt ve anlaşmaların geçmişine bakıldığında, bu
müzakerelern ne kadar boş, hatta zararlı olduğu ortaya çıkmaktadır. ABD-Irak
anlaşması da bunun bir örneğidir.

Geçen seferki yazı dizimizde ABD’nin Rusya, Libya ve Irak,
Doğu Asya ve Latin Amerika ile yaptığı müzakerler ve anlaşmaları ele almıştık.
Bu yazımızda Filistin meselesinde yaptığı anlaşma ihlallerini ele alacağız.

Amerika’nın Filistin’e yönelik verdiği sözleri tekrar
tekrar ihlal etmesi ve çelişkili politikaları

Filistin sorunu, ABD’nin başlıca aktörlerden biri olarak
önemli rol oynadığı en karmaşık uluslararası krizlerden biridir. ABD, on
yıllardır, arabuluculuk yaparak, barış planları sunarak ve Siyonist rejim ile
Filistinliler arasındaki müzakereleri destekleyerek, defalarca müdahalelerde
bulunmuştur.

Ancak tarih, Washington’un defalarca taahhütlerini ihlal
ettiğini ve Siyonist rejimin çıkarlarına hizmet eden ve Filistin tarafına zarar
veren tek taraflı politikalar benimsediğini göstermektedir.

Siyonist rejimin  ABD
bayrağı altında Gazze’de işlediği son suçlar gibi, son on yıllarda dünya,
ABD’nin bu sahte rejimin saldırganlıklarına açık desteğine de tanık oldu. ABD,
1948’de Siyonist rejimin kurulmasından bu yana askeri, ekonomik ve diplomatik
alanlarda rejimin en önemli destekçilerinden biri olmuş, güç dengesini Tel
Aviv’in lehine çevirmiştir. Aynı zamanda ABD, Filistin-İsrail ihtilafının
çözümünde tarafsız arabulucu olarak hareket ettiğini iddia etti, ancak
Washington’un taahhütlerini ihlal eden politikaları sürekli olarak bu iddianın
tam tersini kanıtladı.

A) Amerika’nın 1978 Camp David Anlaşmaları ve Filistin
meselesine ilişkin verdiği sözü tutmaması

1978 Camp David Anlaşmaları, Mısır ile rejim arasında
Amerikan arabuluculuğuyla varılan Arap-İsrail ihtilafına ilişkin en önemli
uluslararası anlaşmalardan biriydi.

Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem
Begin arasında Jimmy Carter döneminde imzalanan bu anlaşmanın iki ana bölümü
vardı: Biri Mısır ile İsrail rejimi arasındaki barışı, diğeri de Filistin
sorununu konu alıyordu. İlk bölüm Mısır ile Siyonist rejim arasında barışa yol
açsa da, Filistin haklarına ilişkin ikinci bölüm Tel Aviv ve Washington’un
sözlerini tutmaması nedeniyle hiçbir zaman hayata geçirilemedi.

Anlaşmaya göre, Filistinlilere özerklik verilecek ve Batı
Şeria ile Gazze Şeridi’nin nihai statüsünün belirlenmesine yönelik müzakereler önümüzdeki
beş yıl içinde gerçekleştirilecek. Ancak Siyonist rejim bu taahhütleri hızla
ihlal etti ve yerleşim birimleri inşa etmeye ve işgal odaklı politikalar
uygulamaya devam ederek anlaşmanın bu bölümünün uygulanmasını imkânsız hale
getirdi.

ABD, verdiği sözlerin aksine, anlaşmanın şartlarının
uygulanması konusunda Siyonist rejime baskı yapmadı. Aslında Mısır ile İsrail
rejimi arasındaki barıştan sonra Washington’ın Filistinlilerin haklarını yerine
getirmek için artık hiçbir teşviki kalmamıştı ve anlaşmanın bu bölümünü fiilen
görmezden geldi. ABD’nin bu sözünü tutmaması, Filistinlilerin, özellikle de
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ), Washington’un tarafsız bir arabulucu
olmadığı sonucuna varmasına yol açtı. Sonuç olarak bu deneyim, Filistinlilerin
ABD destekli müzakerelere olan güvensizliğini artıran faktörlerden biri oldu.

Camp David Anlaşması’nın Filistin ayağının başarısızlığa
uğraması, Siyonist rejim üzerinde gerçek bir baskı yapılmadığı takdirde
Filistin sorununa adil bir çözüm bulunamayacağını göstermiştir.

Biden’ın Amerika’sının Siyonist rejime Gazze’nin yıkımında
ve 47 binden fazla Filistinlinin şehit edilmesinde verdiği desteğin yanı sıra,
yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın Filistinlileri Gazze’den Mısır ve Ürdün’e
sürme önerisi de Amerikalıların Camp David Anlaşması’nı ihlal etmesinin bir
parçası olarak değerlendirilebilir.

B) (1993) Oslo Anlaşmaları ve Amerika’nın verdiği sözü
tutmaması

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Siyonist rejim arasında
ABD gözetiminde imzalanan Oslo Anlaşması’nın, 1967 sınırları içerisinde
bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına yol açması öngörülüyordu.

ABD, anlaşmanın tüm maddelerinin uygulanmasını destekleme
sözü verdi. Ancak pratikte Washington, barış sürecini kolaylaştırma sözü
vermesine rağmen Siyonist yerleşim birimlerinin genişlemesini engellemedi. ABD,
Filistin topraklarının ekonomik kalkınmasını desteklemesi gerekirken, Filistin
Yönetimi’ne yaptığı mali yardımı da sınırlandırdı.

C) (2003) “Barışa Giden Yol Haritası” ve
Amerika’nın bunu görmezden gelmesi

2003 yılında ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve Birleşmiş
Milletler ile birlikte iki devletli çözümü hedefleyen bir “Barış Yol
Haritası” sundu. Ancak ABD taahhütlerini yerine getirmedi ve İsrail
rejiminin yerleşim yeri inşasını artırmasına izin verdi; bu da iki devletli
çözümü fiilen yok etti. Ayrıca ABD, özellikle Hamas’ın 2006 seçimlerini
kazanmasının ardından demokratik süreci desteklemesi gerekirken Filistin
yönetimine sert yaptırımlar uyguladı. ABD ayrıca tarafsız arabuluculuk yapmak
yerine Siyonist rejimin yanında yer aldı ve Tel Aviv’e verdiği koşulsuz
destekle barış sürecini sekteye uğrattı.

D) Trump döneminde uluslararası anlaşmalardan çekilme

Donald Trump’ın yönetimi, başkanlığının ilk döneminde,
Amerika’nın verdiği sözleri tutmamasının en açık örneklerinden birini ortaya
koydu. En önemlileri şunlardır:

1. ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması (2018): Bu eylem,
BM kararlarına aykırıydı ve ABD’nin artık iki devletli çözüme bağlı olmadığını
gösteriyordu.

2. Filistin Yardım Kuruluşuna (UNRWA) yapılan mali yardımın
kesilmesi: Bu eylem, Filistin halkı üzerinde ciddi ekonomik baskı yarattı.

3.”Yüzyılın Anlaşması” ve Filistinlilerin
haklarının ortadan kaldırılması: 2020 yılında sunulan “Yüzyılın
Anlaşması” adı verilen plan, Filistinlilerin bağımsız devlet kurma hakkını
fiilen ortadan kaldırdı.

4. Filistinlilerin zorunlu göçü: Trump, ikinci döneminin ilk
haftalarında Filistinlilerin Gazze’den Ürdün ve Mısır’a zorunlu göçünü
önermişti. Öneri uluslararası alanda güçlü tepkilere yol açmış ve eyleme
dönüştürülebilir bir mesele olmaktan çok söylem niteliğinde olsa da, ABD’nin
vaatlerini yerine getirmemesinin devam ettiğini gösteriyor.

Amerika’nın verdiği sözü tutmamasının sonuçları; Beyaz
Saray’ın vaatlerini itibarsızlaşması ve direnişin güçlenmesiAmerika’nın
Filistin’e yönelik verdiği sözü tutmamasının sonuçlarını birkaç ana başlıkta
incelemek mümkündür: Washington’un taahhütlerini defalarca ihlal etmesi,
Filistinlilerin ve hatta bazı Arap ülkelerinin ABD’yi tarafsız arabulucu olarak
reddetmesine yol açtı. Bu durum pek çok ülkeyi alternatif çözümler aramaya
yöneltti; örneğin Çin ve Rusya’nın barış sürecine dahil olma çabaları.

Öte yandan ABD’nin çelişkili politikaları, Hamas ve İslami
Cihad gibi Filistin direniş gruplarını güçlendirmesine neden olmuştur. Zira
Filistin halkının artık müzakere sürecine dair umudunu yitirmesine yol
açmıştır. Bunun sonucunda silahlı çatışmalar artmış ve Hamas’ın Aksa Tufanı
Harekatı örneğinde görüldüğü gibi bölgedeki güvenlik durumu daha da
gerginleşmiş, Batı ile Siyonist rejim arasında büyük bir çatışma ve gerginlik
yaşanmıştır.

Ayrıca, bu söz ihlalinin doğrudan sonuçlarından biri de
Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi’nin konumunun zayıflaması oldu.
Barış müzakerelerine vurgu yapan bu örgüt, Amerikan vaatlerini yerine
getirmemesi nedeniyle Filistin halkı nezdinde itibarını yitirmiştir.

ABD-Filistin ilişkilerinin genel tarihi, Washington’un
taahhütlerini defalarca ihlal ettiğini ve pratikte tarafsız bir arabulucu rolü
oynamak yerine açıkça Siyonist rejimin çıkarlarına hizmet ettiğini,
Washington’un bu yaklaşımının bölgede istikrarsızlığın artmasına yol açtığını
göstermektedir.

Mevcut koşullarda kalıcı barışı sağlamanın yegane yolu,
Amerika’nın ikiyüzlü politikalarına son vererek Filistin meselesine gerçekçi ve
adil bir yaklaşım benimsemektir. Trump’ın Gazze halkını zorla tahliye etme
yönündeki hayal ürünü önerisi göz önüne alındığında, gerçekleşmesi oldukça zor
görünen bir gerçeklik/mehr

Başa dön tuşu