Ortadoğu’daki yeni büyük oyun

Leon Hadar | The National Interest | Tercüme: Mepa News
Arap milliyetçiliği tüm pratik amaçlar için ölmüştür. Sözde “Arap Dünyası” birleştirici kaygısını, İsrail’i ve dış desteğini kaybetmiştir. Arap olmayan üç büyük gücün, Türkiye, İran ve İsrail’in Şam bölgesine hakim olmak için yarıştığı jeopolitik bloklara bölünmüştür.
Gerçekten de Mısır’ın Arap halklarını birleştirmeye çalıştığı ve Arap milliyetçi hareketlerinin bölge siyasetine hakim olduğu yirminci yüzyıl Arap milliyetçiliğinin altın çağı çoktan sona erdi.
Mısır, 1978’de İsrail ile Camp David Anlaşması’nın imzalanmasının ardından, İran’ın bölgedeki başlıca devrimci güç olarak ortaya çıkmasından hemen önce Arap Dünyası’nın lideri olma rolünü bıraktı. 1991 yılında radikal Arap rejimleri en önemli küresel destekçileri olan Sovyetler Birliği’ni kaybetti ve bölge Amerikan hegemonyası altına girdi.
ABD liderliğindeki felaket niteliğindeki Irak Savaşı’nın ardından bugünün Orta Doğu’su, uluslararası sistemdeki yeri de dahil olmak üzere çok farklı görünüyor. ABD, Irak Savaşı’nın ardından bölgeden çekilmeye başladı ve Rusya, Suriye’de Esed rejiminin düşmesinin ardından bir Orta Doğu gücü olmaktan çıktı. Artık bölgesel güçler söz sahibidir.
Bir bakıma Levant olarak adlandırılan, batıda Doğu Akdeniz ve doğuda Irak ile sınırı olan alt bölgenin büyük bir kısmı, hegemonik hedefleri olan İran, milliyetçi bir hükümet tarafından yönetilen İsrail ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma hayalleri kuran Türkiye’nin nüfuz alanlarını muhafaza etmesiyle bölünmüştür.
Bu bağlamda, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez Arap ülkeleri bu yeni güç dengesinde ikincil bir rol oynamaktadır. 1973’te İsrail’e saldıran Arap kardeşlerine yardım ettiler. Şimdi ise İran’ı çevrelemek için İsrail ile işbirliği yapıyorlar. İsrail’in etki alanı Batı Şeria ve Gazze’nin yanı sıra Ürdün Haşimi Krallığı’nı, Güney Lübnan’ın büyük bölümünü ve Suriye’nin Golan Tepeleri ile Hermon Dağı’nı da kapsıyor.
Gazze Şeridi (Hamas) ve Suriye’deki (Esed) vekillerini kaybettikten sonra İran, zayıflamış Şii Hizbullah aracılığıyla Lübnan’da ve Şii müttefikleri aracılığıyla Irak’ta etkisini sürdürmekte ve İsrail’i bölgedeki başlıca stratejik rakibi olarak görmektedir.
Türkiye de İsrail gibi Suriye’deki Esed rejiminin çöküşünden faydalandı ve Şam’daki İslami rejimin kendisini askeri ve ekonomik bir hami olarak benimseyeceğini umdu ki muhtemelen öyle de oldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve müttefiki Suriye Milli Ordusu, Suriye savaşından bu yana ülkenin kuzeyindeki bölgelerde yerel meclis ve Türk askeri yönetiminin ikili kontrolü altında bir mini devlet kurdu.
Aynı zamanda Türkiye, Suriye savaşı sırasında Kürtlerin ABD’nin desteğiyle ülkenin kuzey ve doğusunda özerk bir yönetim kurduğu Suriye’deki bu durumdan endişe duymaktadır.
Suriye’deki Kürt nüfus ülkenin en büyük etnik azınlığıdır ve çoğunluğu yirminci yüzyılda sınırı geçen ve Suriye-Türkiye sınırında yoğunlaşan Türkiyeli Kürtlerdir. Birçoğu, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne benzer şekilde Batı Kürdistan olarak gördükleri bölge için siyasi özerklik istemektedir.
Bu açıdan bakıldığında hem Türkiye hem de İsrail, siyasi bağımsızlık isteyen iki devletsiz halkın, Türkiye örneğinde Kürtlerin, İsrail örneğinde ise Filistinlilerin meydan okumasıyla karşı karşıyadır.
Ancak hem Türkiye hem de İsrail, bu halklar için tam siyasi bağımsızlığın kendileri için varoluşsal bir tehdit oluşturacağında ısrar ediyor. Her iki halka da en iyi ihtimalle sınırlı bir siyasi özerklik teklif edilmiştir.
Bir de Suriye’deki büyük Dürzi azınlık ve Esed’in rejimi sırasında Suriye’yi yöneten mezhebi Aleviler (Nusayriler) var. Önümüzdeki yıllarda ülkede İsrailliler (Dürzilerin tarafında), İranlılar (Alevilerin tarafında) ve Türklerin (Sünni çoğunluğun tarafında) dahil olabileceği etnik ve mezhepsel gerilimlerin devam etmesi beklenebilir.
Aynı zamanda, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun İran’ın nükleer askeri tesislerine saldırması için İsrail’e katılması yönünde baskı altında kalabilecek olan Başkan Donald Trump, muhtemelen ABD askeri güçlerini bölgeye ve bölgedeki pek çok çatışmaya sokma davetini reddetmeye karar verecektir.
Ve eğer İranlılar nükleer bir askeri kapasiteye sahip olurlarsa, Türklerin de nükleer seçeneği değerlendirmek zorunda kalması ve üç bölgesel gücün dahil olduğu “karşılıklı kesin imha” durumunun ortaya çıkması çok daha muhtemeldir.
Bu analizde yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.