Vefatının 90. yılında Muhammed Reşid Rıza: Fikirleri ve mücadelesi

HAKSÖZ HABER
Türkiye’deki farklı İslami camialardan isimlerin bir araya gelerek gerçekleştirdikleri öncü şahsiyetler konferans serisinde bu ay Muhammed Reşid Rıza’nın fikirleri ve mücadelesi Taksim Camii Kültür Merkezi’nde değerlendirildi. Vefatının 90. yılına tekabül eden oturumun takdim konuşmasını Hakan Saruhan yaptı.
“Her ay İslami direniş; ıslah, ihya ve inşa mücadelemizde yer almış müteveffa öncülerimizden birisini gündemleştirip katkısını ve mirasını değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu ay 22 Ağustos 1935 tarihinde vefat eden İslami mücadelesini ve ilkelerini sonraki nesillere aktaran ilk nesil ıslahatçılarla bizler arasında köprü kuran rahmetli Muhammed Reşid Rıza’yı konuşmaya çalışacağız. Önümüzdeki ay da nasipse vefatının 46. Yıldönümü münasebetiyle Ebu’l Âla Mevdudi gündemiyle bir araya gelme niyetindeyiz. Katılımcılara ve konuşmacılara şimdiden katkıları sebebiyle teşekkür ediyoruz.”
Muhammed Reşit Rıza’nın torunu Fuat Rıza’nın mesajı Turan Kışlakçı tarafından okundu.
“Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selâm, rahmet ve hidayet rehberi Efendimiz Muhammed Mustafa’ya olsun.
Aziz hazirun, muhterem ilim ve fikir erbabı…
Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh…
Öncelikle bu kıymetli ilim meclisini tertip edenlere kalbî şükranlarımı arz ederim. Ne yazık ki, aramızdaki sekiz saatlik zaman farkı sebebiyle, toplantının vaktiyle burada kılmakta olduğumuz Cuma namazının çakışması, bizzat katılmamın önüne geçti. Lakin kalbim ve fikrim, şu an sizinle aynı çatı altında, aynı hakikat arayışı içindedir.
Bugün sizlere, evinde kendisine “Seyyid Reşid” diye hitap edilen bir büyük zatı, Seyyid İmam Muhammed Reşid Rıza’yı arz etmek istiyorum.
Tam adıyla Muhammed Reşid bin Ali Rıza bin Muhammed Şemseddin bin Muhammed Bahaeddin bin Ali el-Mardînî bin Muhammed el-Bağdâdî el-Hüseynî…
O, 17 Ekim 1865 Salı günü, Trablusşam’ın güneyindeki sahil kasabası Kalemun’da, atalarının inşa ettiği ve bitişiğinde cami bulunan Meşâyih Konağı’nda dünyaya geldi. Osmanlı arşivlerinde “köylerin ve çiftliklerin hanımefendisi” olarak kaydedilen bu belde, “Müslüman eşrafın çiftliği” diye de anılırdı; zira bütün ahalisi seyyid, şerefli, takva sahibi ve seçkin insanlardı.
Seyyid Reşid Rıza, soylu nesebiyle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek hânedanına mensuptur. Âl-i Rıza ailesi, asırlardır ilim, irfan ve önderlik makamında bulunmuş bir meşâyih ocağıdır.
Onu, Kalemun şeyhi ve cami imamı olan babası Şeyh Ali Rıza, İslâm’ın ilmiyle ve edepleriyle yetiştirdi. Trablus’ta dönemin önde gelen âlimlerinden istifade etti; Hüseyin el-Cisr’den âlimiye icazeti aldı, Mahmud Neşâbe’den hadis ilminde icazet kazandı, Abdu’l-Ğanî er-Râfiî ve Ebu’l-Muhâsin el-Kavukci’den ders gördü. Amcası vasıtasıyla İmam Gazâlî’nin İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn’iyle tanıştı ve bu eser, şahsiyetinde derin izler bıraktı.
Babasıyla kütüphanesinde, Cemâleddîn Afgânî ve Muhammed Abduh’un Paris’te çıkardığı Urvetü’l-Vüskâ dergisine rastlaması, onun ıslah yolunda yeni bir ufka yönelmesine vesile oldu.
Hicrî 1315 yılı Receb ayında (Aralık 1897), otuz üç yaşındayken İskenderiye üzerinden Kahire’ye gitti. Daha ilk gün, Üstad İmam Muhammed Abduh ile tanıştı. Basını, ıslah hareketinin ana sahası yapmayı düşündüğünü söyledi. Üç ay süren fikir müzakerelerinin ardından, hocasını Ezher Camii’nde tefsir dersleri vermeye ikna etti ve bu dersleri kendi çıkardığı el-Menâr dergisinde yayımladı. Daha sonra Arap dünyasının dördüncü modern matbaasını kurdu. Amacı, İslâm akidesini sahih bir zeminde yaymak, cehalet, hurafe ve bid’atlere karşı mücadele etmekti.
15 Mart 1898’de el-Menâr’ın ilk sayısı neşredildi. O günlerden bize miras kalan o meşhur kaide, hâlâ yol göstericidir: “Üzerinde ittifak ettiğimiz konularda birleşiriz; ihtilaf ettiklerimizde birbirimizi mazur görürüz.”
O, Hz. Hüseyin’in evlâdından olduğu için “Seyyid İmam” diye anıldı. Hidiv Abbas Hilmi “Lisânü’l-İslâm” dedi; Hasan el-Bennâ ve Abdülhamîd bin Bâdis ona “Hüccetü’l-İslâm” unvanını verdi. “Müslümanların Voltaire’i” diye nitelendi, çünkü Kur’ân ve sahih sünnetten delil getirilmeyen hiçbir görüşü kabul etmezdi. Emir Şekib Arslan ise onu, “Hayatından bir anını bile İslâm’a ve insanlığa faydalı bir iş dışında harcamayan adam” diye tarif etti.
Seyyid Reşid Rıza, “me’sur ile tecdid” anlayışının temsilcisiydi; yani yenilenmeyi, Kur’ân’a, sahih sünnete, sahabe ve tâbiîn yoluna dönmekte görüyordu. Müslümanları, hakiki (batıldan arınmış), vasat (ifrat ve tefritten uzak) ve kapsayıcı (hayatın tüm alanlarını kuşatan) İslâm’a çağırdı.
Onun fikrî mirası, sadece yaşadığı çağda değil, bugün de dünyanın dört bir yanında “Menâr Okulu” adıyla yaşayan bir ekoldür. Kitapları pek çok dile çevrilmiş, fikirleri sayısız araştırmaya konu olmuştur.
22 Ağustos 1935 Perşembe günü, yani hicrî 23 Cemâziyelevvel 1354’te, tefsirinde şu cümleyi söyleyerek Hakk’a yürüdü:
“Rabbimizden, bizi İslâm üzere vefat etmekle ve ondan en hayırlı nasibi almakla rızıklandırmasını dileriz.”
Bu söz, Hz. Yusuf’un şu duasının tefsiri vesilesiyle dudaklarından dökülmüştü:
﴿رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ ۚ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۖ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ﴾
“Ey rabbim! Bana iktidar verdin ve bana rüyaların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da âhirette de beni yönetip himaye eden sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni iyi kulların arasına kat!” (Yûsuf / 101)
Allah ona rahmet etsin, günahlarını bağışlasın, ilmini kıyamete dek ümmete bereket eylesin.
Vesselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.”
Fuad Said bin Muhammed Şefi bin Muhammed Reşid bin Ali Rıza el-Hüseynî
Ali Rıza Temel, Reşid Rıza’nın hayatı ve eserleri hakkında kapsamlı bilgiler verirken İslamcılık düşüncesi içerisinde Reşid Rıza’nın kurucu vasfına dikkati çekti.
“Trablus Şam yakınlarındaki Kalemun’da doğdu. Seyyid olarak bilinen bir aileye mensuptu. Trablus rüşdiyesinde bir sene okuduktan sonra Hüseyin el-Cisr’in hocalığını yaptığı, programında modern ilimlerin de yer aldığı Medresetü’l-Vataniyye’de okudu. C. Afgani ve M. Abduh’un sürgünde iken çıkardığı el-Urve’tü’l-Vüska dergisinden çok etkilendi. Bu onun hayatının dönüm noktası oldu.
Afgani ile tanışma fırsatı bulamadı. Abduh ile Mısır’daki sürgününde 1882 senesinde tanıştı. Derslerine katıldı, yakın öğrencisi oldu, 1898’de Mısır’a gitti. Hocasını Abduh’un Menar dergisini çıkarmaya ikna etti. Önceleri daha çok Müslümanların eğitimi, toplumun ıslahı, dini ilimlerin metodolojisi ve disiplin haline gelmesi gibi konulara ağırlık verdi. Abduh’un konferans ve ders notlarını onun tasvibinden geçirildikten sonra yayınlıyordu. 1905’te Abduh vefat edince siyasî konulara da girmeye başladı. Afgani’nin aksine Abduh siyasi gündemlerden ziyade ilmî konulara ağırlık veriyordu. Reşid Rıza’nın çeşitli ülkelere yaptığı seyahatler ve yaptığı konuşmalar İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı. 1909’da İstanbul’u ziyaret etti. Çeşitli temaslarda bulundu. Suriye’yi işgal eden Fransızlara karşı kurtuluş mücadelesine destek verdi. 1925’te bazı Avrupa ülkelerine seyahat etti. Mekke’deki hilafet konferansına katıldı. 23 Ağustos 1935’te vefat etti.
Reşit Rıza, Menar Tefsiri’nin yazılma gerekçesini özetlerken klasik tefsirlerin doğal olarak Müslümanların güncel sorunlarına ilişkin doğrusal bir çerçeve sunamadığını Menar’ın ise Müslümanlara perspektif sunma gayesiyle inşa edildiğini ifade eder. Tefsir çalışmasındaki esas mesele Kur’an-ı Kerim’i dünya ve ahiret saadetini sağlayan bir rehber olarak takdim etmektir. Reşit Rıza, tefsirciliği yanında hadis usulü konusunda da önemli çalışmalar kaydetmiştir. Hadislerin senet ve metinlerini değerlendirirken kılı kırk yardığı görülmektedir. Reşid Rıza’nın doğrudan tasavvuf karşıtı olduğunu söylemek doğru olmaz. Tasavvuf adı altında yayılım gösteren hurafelerle mücadele noktasında tavizsiz bir tutum içindeyken bir terbiye ekolü olarak tasavvuf ilmini Reşid Rıza önemsemiştir. Gerçek âlimin en önemli vasfı bağnazlıktan uzak, objektif şekilde gerçeklerin ortaya çıkması için çalışmak, şöhret ve servet hesabını bir tarafa atarak, hasbî şekilde gayret gösterilmektir. Reşit Rıza’nın bu vasıfları taşıdığına inanıyoruz. Bir mücahid gibi Müslümanların özgürlüğü için mücadele etti. Reşid Rıza’ya yönelik mesnetsiz iddialara karşı mesafeli olmak lazımdır. Tarihe mal olmuş şahsiyetleri değerlendirirken insaflı olmak lazımdır.”
Fevzi Zülaloğlu ve Oktay Altın, Ali Rıza Temel’in sunumunu müzakere etmek için söz aldılar.
Fevzi Zülaloğlu:
Reşid Rıza hakkında mesnetsiz ithamlar var. Nasların literal anlamını reddeden bir reformist olduğu iddiası Reşid Rıza’nın içtihad savunusu üzerinden dile getiriliyor. Reşid Rıza Müslümanların sorunlarına çözüm üretmek için çaba gösteren bir yenilikçiydi ama yenilikçi olması reformist olduğu anlamına gelmiyor. Reşid Rıza, Kuran ve Sünnetin temel dinamiklerine asla dokunmamış hatta nassın belirleyiciliği noktasında tavizsiz bir tutum içinde olmuştur.
Reşid Rıza, istibdata karşı bir tavır içerisindedir. Şura ve iştişare onun temel yöntemleridir. Reşid Rıza’nın bidat karşıtlığı ve mezhepçiliğe mesafeli olması olması onun mezhepsiz olduğu gibi gerçeklikten uzak bir ithamla karşılaşmasına sebep oldu. Reşid Rıza, İslamî terimleri modern bilimlerden hareketle yorumlamamış ancak bu terimlerle sosyolojik ve siyasi tartışmalara girmiştir. Bu o dönem için oldukça yeni bir metod olduğu için kimi kötü niyetli çevreler tarafından absürt iddiaların ortaya atılması için kullanılmıştır.
Oktay Altın:
Reşid Rıza sanılanın aksine Menar Tefsirinde kendinden önceki tefsirlerden çok farklı bir metod uygulamamıştır. Razi’nin tefsiri için yazıldığı dönem “tefsirden başka her şey var” yorumu yapılmıştır. Her tefsir kendi döneminin tartışmalarını bünyesinde taşır ancak buradaki esas mesele Menar’ın yazıldığı dönem dünyada yaşanan büyük değişimdir. İslam dünyası ilk defa Reşid Rıza’nın döneminde Batı tahakküme altına girmiş ve yüzlerce yıllık oturmuş toplumsal yapı alt üst olmuştur. Aynı zamanda bu dönemde Batılı eğitimden geçmiş insanlar yönetim kadrolarına gelmeye başladılar. Bunlar Müslümanların ilk defa tecrübe ettiği şeylerdi. Okullaşma, matbaa, gazete ve dergilerin yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanması büyük birer kırılmadır. Geçmiş dönemde tefsirler ilmi sınıflar arasında ilgi görüyordu çünkü bu metinlere ulaşmak bile bir meseleydi. Reşid Rıza tefsirini yazarken ise bu metinleri okuyacak geniş kesimleri hesaba katarak yazmak durumunda kaldı. Bu da oldukça çok yeni bir durumdur. Bu gelişmeleri göz ardı ederek yazılan tefsiri değerlendirirseniz hatalı noktalara ulaşırsınız. Kur’an-ı Kerim’in bir hayat formu önerisi olduğu vurgusu da bu tefsirin temel iddialarından birisiydi. Çünkü müsteşrikler başta olmak üzere Batıcıların Kur’an-ı Kerim’in miadını doldurduğu iddiası o dönem çok sık dile getiriliyor ve Müslümanlar açık saldırının hedefi oluyordu. Özellikle Menar’ın bilimsel tefsir metni olduğu ve savunmacı bir saikle yazıldığı iddiasını dile getirenler ise metnin bütünlüğünü ıskalıyorlar. Bu noktada Reşid Rıza bilimsel incelemeleri sadece bir yönüyle metinde zikrediyor ancak Menar’da Kuran-ı Kerim’in sadece bir bilim, hukuk, edebiyat kitabı olmadığı birçok kere zikrediliyor.
Mehmet Çelen, Muhammed Reşid Rıza’nın düşünce dünyasında Osmanlı tecrübesi ve hilafet düşüncesinin belirleyiciliğine dair kapsamlı değerlendirmelerde bulundu.
“Reşid Rıza, genelde ilim ve fikir dünyasında üstatları Efgani ve Abduh ile anılan büyük fikir ve ilim adamlarından birisidir. Aynı zamanda ihyacı ve selefi bir hareket ve siyaset adamıdır. İslâm dünyasında özellikle de Arap âleminde dini düşüncenin yenilenmesinin öncülerinden olan bir şahsiyettir. Efgani öncelikle İslâm toplumunun ıslah edilmesinin gerekliliği fikrini savunan bir kişilik olarak bilinir. Öğrencisi Muhammed Abduh ise bu ekolün metodunu İslâmi yöntem (Kur’an yöntemi) ile tatbikata koymaya başlayan bir şahsiyet olarak tanınır. Onun öğrencisi Reşid Rıza ise bu ekolün çalışmalarını tescil edip, dergisi “el-Menâr” ile İslâm dünyasına yaymaya gayret eden ve ulaşabildiği her yere fikirlerini iletmek isteyen üstün bir zat olarak anılır.
Reşid Rıza’nın düşünce pratiğinde hilafet meselesi esaslı bir yer tutmaktadır. Öncelikle o Müslümanların cumhuru, İslâmi imamlığın birden fazla olmasının caiz olmadığı görüşünü paylaşmaktadır. Zaruret gereği hükümet başkanlıkları birden fazla olabilir. Ama onların da toplanıp, bir imamın etrafında kenetlenmeleri gerekir. Bu hükümetler geçicidir. Onun için bütün Müslüman beldelerin ortak hareket ederek, üst bir meclis oluşturmaları ve o meclisin de halifeyi seçmesi gerekir. Bu bağlamda ilk zamanlar Osmanlı hilâfetini desteklemekle birlikte Osmanlının son zamanlarında adem-i merkeziyet fikrini savunmuştur. Bu çerçevede Arap hareketini, Arap Birliği yolunda ilk adım olarak görmektedir. Öyle ki kendisi 1912 yılında Kahire’de kurulan ve Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bölgelerin muhtariyetini hedefleyen “Osmanlı Yönetiminin Adem-i Merkeziyeti”ne üye olmuştur. Osmanlı hilâfeti ile ilgili olarak ayrıca şu değerlendirmeleri yapıyor. Hilâfet makamı, Osmanlı sultanının adını süslemekten öteye gitmeyen dışarıda bir parça itibar sağlayan, dış ülkelerdeki Müslümanlar üzerinde manevi etki uyandıran resmi bir lakaptan öte bir şey değildir. Onun için İttihatçıların dini yıkma ve devleti dinin etkisinden çıkarma yönündeki çalışmalarına bir türlü engel olamamıştır. Çünkü devletin iç işleyişinde halifenin çalışmaları arasında İslâm şeriatını korumak, dini muhafaza etmek ve Müslümanların yararına olanı tespit etmek türünden çalışmalar yoktu. En azından Mabeyn-i Hümayun düzeyinde bu tür çalışmalar yapan özel bir divan mevcut olmamıştır.
Bu arada sonradan oluşturulan Ankara hükümetine birçok eleştiri ve tavsiyeler yöneltmiş, onları kurtuluş ve ıslaha davet etmiştir. Aynı zamanda onlara İslâm’a sarılarak yükselmelerini tavsiye etmiştir. Ancak Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendiye göre Reşid Rıza çok iyi niyetlidir. Aslında Türkiye’de olup biten ve gelişen olayların içyüzünden gerçek manada haberdar değildir. Rıza’ya göre Arap Türk kardeşliği altında bir “İslâm Birliği” gerçekleştiği takdirde, İslâmî bir hilâfet tam anlamıyla gerçekleşmiş olacaktır. Bunun gerçekleşmesi, din ve dünya mutluluğunu Müslümanlara kazandıracaktır.”
Mehmet Çelen’in sunumunu müzakere etmek için Musa Üzer ve Abdülaziz Tantik söz aldı.
Musa Üzer:
“Bir öncü şahsiyeti düşüncesini konuşmak daha kolayken onun siyasal tavrını konuşmak oldukça zordur. Zira insan eylemi toplum ve dünya ile doğrudan ilişkili olduğu için atılan bazı adımlar o dönem için anlaşılabilir olurken bu dönem çelişkili gözükebilir. İslami hareket öncüleri hakkında değişmeyen gerçek bazı kesimleri bu insanlara sistemstik iftira kampanyası düzenlemesidir. İnanılmaz iftira ve hakaretler dile getirilirken hiçbir kayda değer kaynak zikredilmez. Reşid Rıza’nın tecrit çabalarını modernleşme adımı olarak yorumlayan İsmail Kara gibi akademisyenlerin çalışmaları da yine bu bağlamda önyargılı okumalar arasında zikredilebilir. Reşid Rıza’nın hilafetin ilgasına destek verdiği gibi tarihsel gerçeklerle ve vicdanla bağdaşmayan iddialar da dile getiriliyor. Milliyetçi cahiliye bataklığından hadiseye yaklaşan kimileri ise Reşid Rıza’nın Arap milliyetçisi olduğunu iddia edebiliyorlar. Ömrü Müslümanların kurtuluşuna çaba göstererek geçen bir ismin hayatını indirgemeci bir yaklaşımla ele almak en hafif ifadesiyle insafsızlıktır. Ancak bizler de öncülerimize yönelik hakkaniyetli eleştirel tutumu elden bırakmamalıyız. Misal olarak Reşid Rıza’nın devlet teorisi noktasında ileri sürdüğü İslam Devleti ideali dönemin hakim ulus devlet tasarımından hangi noktalarda ayrıştığı muğlaktır. Bu bağlamda Reşid Rıza’nın devlet teorisi noktasında eleştiriye muhtaç fikirleri vardır diyebiliriz. Nazari tasavvufun usulsuz ve tartışmalı yaklaşımlarını reddederken nefis tezkiyesi bağlamında tasavvufun inşa edici yönü Reşid Rıza tarafından Menar’da özellikle Gazali’nin İhya eseri üzerinden sıkça vurgulanmaktadır.
Abdülaziz Tantik:
Reşid Rıza’nın örnekliğinde bugün kendimize yönelik bazı sorular sorabiliriz. 100 yıllık tecrübemiz göz önüne alındığında sosyal örneklikler inşa etme noktasındaki zaaflarımız açıkça ortadadır. Modern düşüncenin tesiriyle inşa edilen toplum tasarımları sorunlu bir değerlendirme biçimi ortaya çıkarttı. Reşid Rıza gibi bütüncül bakan isimlerin değerli çalışmalarının özeleştirisi yapılmadan daha iyi anlaşılması mümkün değildir. Bu isimleri kendi tarihi şartları içerisinde ele almalıyız. Bu onlara haksızlık yapmamak adına ahlaki bir sorumluluktur.
Hamza Türkmen, Reşid Rıza’nın günümüz İslami hareketlerine tesirinin tahmin edilenden fazla olduğunu belirtirken Rıza’nın ilmi ve siyasi çabalarıyla modern dönemde Müslümanların maruz kaldığı kuşatma çok değerli cevaplar ürettiğini kaydetti.
“Son üç asırda coğrafyamızdaki Batıcı etki ve Avrupa’da okumuşlarımızın büyük çoğunluğunun Garplılaşma temayülü; yönetimlerdeki saltanat istibdatının zevk-i sefa düşkünlüğü; medeniyet gücümüzün özünü yitirmemize sebep olmuştur. Avrupalı muhtelif güçler karşısında peş peşe uğradığımız mağlubiyetler ve bunların neticesinde oluşan mağlubiyet psikolojisi enerjimizin sönümlenmesini ve melez kimliklerin yaygınlaşması problemini gün yüzüne çıkarttı. Böyle bir atmosferde Reşid Rıza’nı mücadele sürecini, usûlid-din anlayışını ve değişen şartlar karşısında ictihadi yaklaşımlarını anlamak için ilmi çalışmalarına göz atılabilir. Vefat edinceye kadar 37 yıl boyunca yayınladığı dergisi “el-Menâr” dönemine ve kendisinden sonraki nesillere yol gösterici hüviyetiyle çok önemli bir çabadır.
Reşid Rıza gözlem, okuma ve irdelemeler sonucunda Batılı paradigmanın fıtrî adalet arayışının nihayetinde kurguladığı eşitlik, adalet ve özgürlük algısını Batı için imkânlar ve imtiyazlar olarak; Batı-dışı toplumlar için yoksulluk ve kölelik şeklinde tebarüz ettiği sonucuna ulaştı. Batı’nın zalim ve despot iki yüzlü tutumunu ayrıca medenilik ve insan hakları yalanını eleştiren Rıza’nın duruşu hakkında spekülasyon yapıp saptırmalarda bulunan müsteşrik ruhlu akademisyenlerin, ıslah ekolünün cihad ruhunu besleyen eğitim formu karşısında endişeye kapılan işbirlikçi yöneticiler ve onlara dalkavukluk yapanların kullandıkları ölçülere bakmamız gerekmektedir. Değerlendirmelerimizde İslami sabiteler ile şartların değişmesine göre ana umdelere bağlı kalarak seyyaliyet gösteren İslami yorumlar/ içtihadlar arasındaki farkı bile ayırt edemeyecek yüzeysel mantık sahipleri ile veya fasıkların yaklaşımlarını kavrayamayan idraksizlerin tezviratları ile oyalanmamalıyız.
Reşid Rıza’nın memleketi olan Biladü’ş-Şam’ın emperyalist işgalden kurtuluşu için fikri mücadelesi yanında fiili ve diplomatik mücadele örnekliği de unutulmamalıdır. O diplomatik mücadelemizi Cemiyet-i Akvam’da İngilizlere ve Fransızlara karşı sürdürmüş; Filistin’in Siyonistlerce muhtemel işgaline karşı 1931 Kudüs-İslam Koferansı’ndaki çabalarıyla dönemine ve gelecek nesillere önemli bir mücadele örnekliği bırakmıştır. Rıza, İhvan-ı Müslümin’den önce kurucusu olduğu Müslüman Gençlik Birliği’nin Yüksek Kurulu’na çağrıda bulunup tüccarlarla anlaşıp yabancı mallarının boykot edilmesini; Birlik üyelerinin askeri birlikler şeklinde organize edilmesini istiyordu. İhvan’ın 1948 Savaşı’ndan önce Filistin’de oluşturduğu Nizamü’l Has’ adlı silahlı direniş örgütünü de bu çağrının bir cevabı olarak değerlendirmek mümkündür.
Rabbimiz ahirette bizleri Muhammed Reşid Rıza’yı ve tüm direniş ve ıslah öncülerimizi nebilerle, sıddıklarla, şühedayla, salihlerle refik eylesin. Rabbimiz, onların mücadelesini geliştirerek, içtihadlarımızı yenileyerek sürdürmeyi bizlere nasip eylesin.”
Hamza Türkmen’in sunumunu müzakere etmek için Ahmet Ağırakça söz aldı.
“Reşid Rıza son dönem en önemli alimlerimizden birisidir. Tecdit ve içtihat konusundaki fikirleri hem selefi hem ıslahatçı yönler taşır. İslam birliği fikri çerçevesinde siyasi eylemlerde bulunmuştur. Bu çizgiyi pekala İbn Teymiyye’ye kadar götürmek mümkündür. İhya ve ıslah düşüncesi oldukça köklü bir geleneği sahip olan güçlü bir vizyon olarak Afgani, Abduh ve Reşid Rıza ile 19. Yüzyılda sesini bulmuştur. Bu çağrıya Türkiye’de karşılık verenler ise Sebilürreşad çizgisidir. Modern dönemle birlikte ortaya çıkan sorunlara cevap üretememe sorununa karşı içtihat metodunu önerdi ve sistemleştirmeye çalıştı. Tevhidi inanışı zedeleyen yaklaşımlarla mücadele etti. Dayatmacı politikaları reddederken İslam birliği siyasetini tüm gücüyle destekledi. Hilafetin ilgasından sonra 11 sene yaşayan Reşid Rıza’nın bu dönemki çalışmaları daha farklı bir zeminde değerlendirilmelidir. Tek sesli bir yönetimden ziyade iştişare odaklı çabaları önemsedi. Osmanlı Devleti’nin Batı sömürgeciliğine karşı son kale olduğunu düşünüyordu. Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulan Ankara merkezli hükümetin laik politikalarının tam karşısında yer aldı. Ömrünün sonuna kadar İslam birliği idealine bağlı kaldı. Onun sesi bugün dahi Türkiye’deki İslami camiaların argümanlarında karşılığını bulmaktadır.”
Program soru cevap faslı ile son buldu.